Şiir Hakkında Bazı Bilgiler

92

Şiir Nedir?

Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasına şiir denir. Şiir, bir ana duygu etrafında örgülenir. Diğer türler gibi şiir de bir plana sahiptir. Ancak her ölçülü ve kafiyeli metin, şiir değildir. Şiirde “duygu’ temel unsurdur ama duygunun dışında “düşünce” ve “hayal” de vardır. Şiirde “sanat” öğesi ağır basar. Bu bakımdan şiirde sözcük seçimi öne çıkar. Aslında şiir, sözcüklerin ahenk oluşturacak şekilde bir araya getirilmesinden oluşur. Şiir yazana şair denir. Halk şiiri yazan ve bunu çalıp söyleyene de ozan denir. Günümüzde ise şair yerine ozan sözü de kullanılmaktadır.

Her şiirin bir başlığı vardır. Başlığın, şiirde anlatılanlarla uyumla olması gerekir. Şiirde her bir satıra dize (mısra) denir. Şiiri yazarken her dizenin başındaki harf büyük harfle yazılır.

Dört dizelik kümelere kıta (dörtlük) denir. İki dizeden oluşan kümelere de beyit adı verilir.

Şiiri, düz yazıdan ayıran ölçükafiyeuyak şeması gibi ahenk unsurları vardır.

Duygu ve düşünceleri ölçülü ve kafiyeli olarak anlatma yoluna “nazım” denir. “Nazım” sözcüğünün sözlük anlamı “dizmek, düzene koymak’tır. Duygu ve düşüncelerin, insan ruhunda ürpertiler uyandıracak biçimde, ölçülü-ölçüsüz, kafiyeli-kafiyesiz olarak genellikle dizeler hâlinde anlatılan şekline ‘şiir’ denir.

Şiirler eskiden ölçü ve kafiye sınırları içinde yazılırdı ancak günümüzde bunlar şiir için bağlayıcı unsurlar olmaktan çıkmıştır. Şiir, bir ana duygu etrafında örgülenir. Diğer kompozisyon türlerinde olduğu gibi şiir de bir plana sahiptir. Ancak her ölçülü ve kafiyeli metin, şiir değildir. Şiirde “duygu’ temel unsurdur ama duygunun dışında ‘düşünce” ve “hayal” de vardır. Şiirde “sanat” öğesi ağır basar. Bu bakımdan şiirde sözcük seçimi öne çıkar. Aslında şiir, sözcüklerin ahenk oluşturacak şekilde bir araya getirilmesinden oluşur. Şiir yazana “şair” denir. Halk şiiri yazan ve bunu çalıp söyleyene de “ozan” denir. Günümüzde ise “şair” yerine “ozan” sözü de kullanılmaktadır.

1. Nazım Birimi

  • Dize (Mısra)  : 

    Şiirde her satıra dize (mısra)” denir. Arapça kökenli bir sözcük olan “mısra”nın Türkçedeki karşılığı “dize”dir. Dize, şiirin temel birimidir. Bütün şiirler dizelerden meydana gelir. Bir dize, nesirdeki cümlenin karşılığı sayılır.

    Bir şiire bağlı olmayan ve başlı başına bir anlamı olan dizelere “mısra-ı âzâde (bağımsız dize)” denir. Gerek bir şiire bağlı gerekse bağımsız nitelikte olan öz ve güzel anlamlı, kolayca ezberlenip hatırlanabilen, sağlam kurulmuş dizelere “seçkin dize” anlamında “mısra-ı berceste” veya “şah mısra” denir. Halk şairleri dize için genellikle “satır” terimini kullanır. Bir beytin birinci dizesine “üst satır”, ikinci dizesine ise “alt satır” denir.

    Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait olan aşağıdaki “Sabah” şiirine ait bölüm 6 dizeden oluşmuştur.

    Serin rüzgârlara pencereni aç!
    Karşında fecirle değişen ağaç.
    Bak, seyret ağaran rengini ufkun
    Mahmur gözlerinde süzülsün uykun.
    Bırak saçlarınla oynasın rüzgâr,
    Gümüş çıplaklığı bir başka bahar

  • Beyit

    İki dizeden oluşan ve bir bütünlük gösteren bölümlere “beyit” denir. Divan şiirinin temel nazım birimidir. Aynı ölçüde ve anlamca birbiriyle ilgili yakın iki dizeden oluşur.

    Şeyh Galip’e ait olan aşağıdaki gazel, 5 beyitten meydana gelmiştir.

    Döktü omuzdan poşu saçağını
    Açtı gönüller deli bayrağını

    Ay yenisi gökte ne Ülker satar
    Değmeyicek kestiği tırnağını

    Gözceğizim boyamak ister benim
    Al boyanıp kan ile dudağını

    Saldı gönül illerine âfeti
    Kurdu göz ırmağına otağını

    Vermedi bir kimseye Gâlib geçit
    Kanda çevirdiyse söz ırmağını

  • Bent

    İkinin üstünde bütünlük oluşturan dizelere “bent (küme, bölüm)” denir.

    Ahmet Haşim’e ait olan aşağıdaki “Karanfil” şiiri üçer dizelik iki bentten oluşmuştur.

    Yârin dudağından getirilmiş
    Bir katre alevdir bu karanfil
    Rûhum acısından bunu bildil

    Düştükçe vurulmuş gibi yer yer
    Kızgın kokusundan kelebekler
    Gönlüm ona pervane kesildi

  • Dörtlük

    Dört dizeden oluşan kümeye “dörtlük” denir. Bir konu etrafında toplanmış dört dize kümesinden oluşan dörtlükler halk edebiyatının temel birimlerinden biridir. Bunlar, düzyazıdaki paragraf gibidir.

    Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan aşağıdaki “Beklenen” şiiri de iki dörtlükten meydana gelmiştir.

    Ne hasta bekler sabahı.
    Ne taze ölüyü mezar,
    Ne de şeytan, bir günahı,
    Seni beklediğim kadar.

    Geçti istemem gelmeni,
    Yokluğunda buldum seni;
    Bırak vehmimde gölgeni,
    Gelme, artık neye yarar?

  • Kıt’a

    Bir şiirde ikiden fazla dizenin (3, 4, 5…) oluşturduğu bölüme “bent” veya “kıt’a” denir. Nazım birimi için yaygınlıkla ve yanlışlıkla (galat-ı meşhur) kıt’a sözcüğü de kullanılır. Aslında kıt’a Türk edebiyatında bir nazım biçiminin adıdır. Kıt’a ile dörtlük karıştırılmamalıdır. Dörtlükte dört dize vardır. Kıt’a da ise dörtten az veya fazla dize bulunabilir.

    Arif Nihat Asya’ya ait olan aşağıdaki “Anne” şiiri kıtalardan oluşmuştur.

    İlk kundağın
    Ben oldum, yavrum;
    İlk oyuncağın
    Ben oldum.

    Acı nedir
    Tatlı nedir… bilmezdin
    Dilin damağın
    Ben oldum.
    Elinin ermediği
    Dilinin dönmediği
    Çağlarda, yavrum
    Kolun kanadın
    Ben oldum
    Dilin dudağın
    Ben oldum.

    Belki kıskanırlar diye
    Gördüklerini
    Sakladım gözlerden
    Gülücüklerini…
    Tülün duvağın
    Ben oldum!

    Artık isterlerse adımı
    Söylemesinler bana
    ‘Onun Annesi’ diyorlar…
    Bu yeter sevgilim bu yeter bana!

    Bir dediğini iki
    Etmiyeyim diye öyle çırpındım ki
    Ve seni öyle sevdim sana
    O kadar ısındım ki
    Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim
    Gün oldu kırdın…
    İncinmedim;
    İlk oyuncağın
    Ben oldum.. Yavrum
    Son oyuncağın
    Ben oldum…

    Layık değildim
    Layık gördüler
    Annen oldum yavrum
    Annen oldum!

2. Nazım Şekli (Nazım Biçimi)

Bir yapıt ya da yazınsal yaratının dışsal yapısına, içerik dışında kalan öğelerine “biçim (şekil)” denir. Manzumelerin uyak örgüsü, nazım birimi, ölçüsü ve konusuna göre kazandığı dış özelliğin genel adına ise “nazım biçimi (şekli)” denir.

Halk edebiyatında nazım biçimi olarak “destan, koşma, semai, varsağı, mâni, türkü, ilahi, nefes, şathiye vb.” kullanılmıştır.

Klasik Türk edebiyatında (divan edebiyatı) nazım biçimi olarak “gazel, kaside, mesnevi, mersiye, muhammes, müseddes, terbi, müstezat, terkibibent, terciibent, rubaî, murabba, şarkı, tuyuğ vb.” kullanılmıştır.

Tanzimat sonrası Türk edebiyatında ise Batı’nın etkisiyle yeni nazım biçimleri olarak “sone, terza-rima, serbest müstezat” gibi biçimler karşımıza çıkar.

3. Şiirde Ahenk

  • Ölçü
    • Aruz Ölçüsü

      Şiirlerdeki dizelerin, hecelerin uzunluk ve kısalık durumlarına göre hazırlanmış aruz kalıplarına, ses ahengi bakımından uymasını esas alan ölçüye “aruz ölçüsü (vezni)” denir.

      Aruz vezniyle yazılmış bir şiirin dizelerinde hece sayısı bakımından denklik aranmaz. Dize içinde hecelerin açıklık-kapalılık (kısalık-uzunluk) gibi ses değeri bakımından denk olması gerekir. Aruz, Arap edebiyatına ait bir ölçüdür. (Fars, İran) edebiyatına, onlardan da Türklerin İslâmiyet’i kabul etmesinden sonra Türk edebiyatına geçmiştir. Türk edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılmış olarak elimizde bulunan ilk yapıt, Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi) adlı eseridir.

      Bu ölçü, Türk edebiyatında özellikle divan şiirlerinde kullanılmıştır. Divan edebiyatı döneminde kullanılan klasik aruz ölçüsünün üç temel kuralı vardır:

    • Bir şiirde bir tek kalıp kullanılır, yani şiir hangi kalıpla başlamışsa o kalıpla biter.
    • Kafiye göz içindir yani kafiye yapılacak seslerin yazılış ve okunuşlarının aynı olması gerekir.
    • Kafiye yapılacak sözcüklerin aynı türden olması gerekir yani isimlerle isimler, fiillerle filler… kafiye oluşturabilir.
    • Aruz, Arap diline dayanır ve bu dilin özelliklerine göre kullanılır. Türkçe, Arapçada olduğu gibi uzun sesler içermez. Bu nedenle aruzu kullanan şairler bazı sıkıntılar yaşamışlardır. Aruzun Türkçeye uygulanmasında birçok hata, zorlama görülür. Şairler şiirlerinde ölçüye uyabilmek için pek çok Arapça ve Farsça sözcüğü Türk diline sokmuşlardır.

      Tanzimat’tan sonra özelikle Fransız edebiyatı Türk edebiyatını da derinden etkilemiştir. Türk edebiyatı da değişmeye başlamış, aruz-hece tartışmaları ortaya çıkmıştır. Arap, Fars ve Türk şairleri tarafından ortak şiir tekniği olarak kullanılan aruz ölçüsünün temel kuralları 19. yüzyılda yıkılmıştır. Yeni bir aruz anlayışı ortaya çıkmıştır. Aruz bu dönemden itibaren Tevfik Fikret, Mehmet Akif ve Yahya Kemal ile tamamen Türk Aruzu’ hâline gelmiştir. 1908 yılında başlayan aruz-hece tartışmasından hecenin galibiyetle çıkması, dilde de sadeleşme akımını başlatmıştır. Cumhuriyet döneminde ise hece ölçüsü aruza kesin bir üstünlük sağlamış, çok yaygın şekilde kullanılmıştır.

      Aruz Heceleri

      Aruz ölçüsünde bütün sözcüklerdeki heceler, açık ve kapalı heceler olmak üzere iki kümede toplanabilir.

      a. Açık-kısa hece: “a. e. ı, i. o, ö, u, ü” sesli harflerinden biriyle (vokal) biter. Üstlerinde uzatma işareti bulunmaz. Açık heceler nokta işareti ile gösterilir. Ya-tı-lı A-ra-ba-lı A-na-do-lu Kö-yü-ne

    • Üzerinde uzatma işareti bulunmayan “a, e, i, u, ü” gibi yalnız bir ünlüden oluşan heceler açık hecedir.
    • Bir ünlü ve üzerinde uzatma işareti olmayan bir ünsüz harften kurulan “bu, sa, rü, to, de, kö” gibi heceler açık hecedir.
      “Kâğıt” sözcüğünün ilk hecesindeki “kâ” hecesinde olduğu gibi bir ünsüz ve üzerinde inceltme işareti bulunan heceler açık hecedir.
    • Ünlü harfte uzatma değil, inceltme işareti olmalıdır. Uzatma işareti olursa kapalı hece olur, uzun okunur.
    • b. Kapalı-uzun hece: Uzun okunan ya da ünsüzle biten hecelerdir. Bu heceler tam ses değerindedir. Kapalı heceler çizgi işareti ile gösterilir. Kaç, gül, son, yük, â, û, î. Kapalı (uzun okunan) heceler değişik şekillerde oluşabilir:

    • Arapça ve Farsçadan gelen “â, û, î” gibi üzerinde uzatma işareti bulunan, sesli harflerden oluşan heceler uzun hecedir.
    • İçinde uzatma işareti ) bulunmayan seslerden meydana gelen, ünsüz bir harfle biten “al, es, uç, ot” gibi bir ünlü ve bir ünsüz harften kurulan heceler kapalı hecedir.
    • Ünsüz harfle başlayan ve üstünde uzatma işareti bulunan bir ünlü harfle biten “bâ, lâ, tû, sî” gibi heceler uzun hecedir.
    • Bir ünsüz, bir ünlü ve bir ünsüzden oluşan “yat, kıs, kin, gör, sev, son, dur” gibi heceler kapalı hecedir.
    • İki ünsüzün sonda ve yan yana bulunduğu “alt, ört, üst” gibi heceler kapalı hecedir.
    • Bir ünsüz harfin, bir ünlü harfin ve yan yana iki ünsüz harfin bir araya gelmesiyle kurulan “Türk, kork, yurt, sırt” gibi heceler kapalı hecedir.
    • “Dükkân” sözcüğünün ikinci hecesindeki “kân” hecesinde olduğu gibi bir ünsüz harf ile, üzerinde inceltme işareti bulunan bir ünlü harfin ve bir ünsüz harfin bir araya gelmesiyle oluşan heceler kapalı hecedir. Bunlar bir tam ses değerindedir. Seste uzatma değil, incelteme işareti olmalıdır.
    • Uzatma işareti olursa, hece bir buçuk ses değerinde olur.
    • Dize sonlarındaki bütün heceler, açık da olsa, kapalı hece sayılır ve çizgi (-) ile gösterilir.
    • c. Birleşik hece: Arapça ve Farsçadan gelen bazı sözcükler birleşik hece sayılır. Bu hecelerin ses değeri bir tam ses ve bir yarım sestir. Yani bunlar bir buçuk ses değerindedir. Birleşik heceler bir çizgi ve bir nokta (-.) şeklinde gösterilir. âb, yâr, rûz

    • Arapça ve Farsçadan gelen, ilk harfi ünlü ve uzun olan, ikinci harfi ise ünsüz olan “âb, ûl” gibi heceler bir buçuk ses değerinde olan birleşik hecelerdir.
    • Arapça ve Farsçadan geçen, bir ünsüz harf ile, üzerinde uzatma işareti bulunan bir ünlü ve bir ünsüz harfin bir araya gelmesiyle oluşan “hâl, yâr, rûz” gibi heceler birleşik hece sayılır.
    • Arapça ve Farsçadan geçen bir ünsüz harf ile, bir ünlü ve iki ünsüz harfin bir araya gelmesiyle oluşan “çeşm, aşk, şevk” gibi heceler birleşik hece sayılır.
    • Aruz Kusurları

      Aruz ölçüsünde esas olan, dizelerde alt alta gelen hecelerin, uzunluk-kısalık yani ses değeri bakımından denk olmasıdır. Türkçenin dil yapısı, aruzun bu özelliğine uymaz. Çünkü Türkçede uzun sesli harf yoktur. Dolayısıyla Türk şiirinde aruza ait bu denklik, her sözcükte sağlanamayabilir. Bu bağlamda, ses denkliğini sağlamak ve heceleri ölçüye uydurmak için bazı heceler değişikliğe uğratılır. Bu değişikliğe “aruz kusurları” denir.

      a. İmale (çekme, uzatma): Kısa olan bazı hecelerin ölçüye uydurulması için uzun okunmasına denir.

      b. Zihaf (kısma): İmalenin tersidir. Arapça ve Farsça sözcüklerdeki uzun heceyi, ölçünün gerektirdiği yerde kısa hece gibi okumaya denir.

      c. Med (kabartma): Aruzda ritim denen iç ahengi sağlamak amacıyla iki heceyi bir hece durumuna getirmek. yani bir tam sesi bir buçuk sese yükseltmektir. Med, her zaman bir uzun hece ve onu takip eden kısa hece arasında yapılır. Yani med, iki kapalı hece arasında bir açık hece bulunması gerektiğinde sonu bir uzun ünlü ve bir ünsüzle biten birinci heceyi imaleden biraz daha uzun okumaktır.

       

      d. Vasl (ulama, ulaştırma, liyezon): Kapalı bir heceyi açık hâle getirmek için, son hecesi ünsüz bir harfle biten bir sözcüğün, kendinden sonra gelen ve ilk hecesi ünlü olan sözcüğe kendiliğinden bağlanması ve iki sözcüğün tek sözcük gibi okunmasıdır. Ulama aslında bir kusur sayılmaz, çünkü şiirdeki musikiyi artırır.

      e. Kasr (kısaltma, inceltme): Uzun heceyi hafifletmek, inceltmektir. Aruzda uzun olan “mâh, şâh, nigâh” gibi bir sözcüğü hafifleştirerek “meh, şeh, nigeh” şeklinde okumaktır. “İstanbul” gibi kimi özel adların “Stanbul” şeklinde okunması da kasr ile ilgilidir.

      f. Sekt-i melih (Güzel kesme): Sözlük anlamı ‘güzel kesme’ dir. Yalnız “mef’ûlü mefa’ûlün” kalıbında yapılır. Bu parçalardaki “-lü” ve “me-” açık hecelerinin birleşerek bir uzun hece oluşturmasıyla bir uyum kesikliği meydana getirmektir. Bu durumda ölçü “mefûlün fa’ûlün fa’ûlün” biçimine girer.

      Takti

      Aruz ölçüsüyle yazılmış bir şiirdeki ölçüyü belirleyebilmek için şiiri oluşturan hecelerin (.) veya (-) işaretiyle gösterilmesine ve kalıplarının bulunmasına “takti denir. Takti, öçlünün parçalarını belirlemeyle ilgilidir. Dizenin son hecesinde açıklık-kapalılık aranmaz. Çünkü bu heceler her zaman uzun olarak kabul edilir ve çizgi ile (-) gösterilir. Takti yapılırken sözcükler başından, ortasından veya sonundan bölünebilir.

      Açılmaz ne bir yüz ne bir pencere
      Bakıldıkça vahşet çöker yerlere
       .  –  – / .  –  –  / .  –  – / . –
      fa’ûlün / fa’ûlün / fa’ûlün / fa’ül

      Aruz Kuralları

    • Bir şiirin ölçüsü bulunurken şu işlemler yapılır:
    • Farsça tamlama eki olan “mi” ile “ve” anlamındaki “ü, vü” bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.
    • Bir şiirin vezni en az iki dizeden hareket ederek bulunabilir. Tek dizeye bakarak vezin bulunmaz.
    • Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en son o ihtimal düşünülür.
    • Aruzla yazılmış dizelerin son heceleri her zaman uzun sayılır.
    • Aruz ölçüsünde üç tane kapalı hece, yani kısa okunan hece yan yana gelmez çünkü buna uygun bir aruz kalıbı yoktur.
    • Aruz vezninde tef’ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tefilelerde durgu yapılmaz.
    • Hece Ölçüsü

      Her dizedeki hece sayısının eşitliğine dayanan ölçüye “hece ölçüsü” denir. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde ilk dize kaç heceden oluşmuşsa onu takip eden diğer dizeler de aynı sayıdaki heceden oluşur. Hece ölçüsündeki bütün heceler eşittir. Bu ölçüde açık-kapalı, uzun-kısa hece ayrımı yoktur.

      Her ölçü, bağlı olduğu dilin yapısından doğar. Hece ölçüsü Türk dilinin bir ürünüdür ve doğal olarak Türkçenin dil yapısına en uygun ölçüdür. Türklere aittir. Türk halk edebiyatının millî ölçüsü, hece ölçüsüdür. Türkler İslâmiyet sonrasında aruzla tanışana kadar hep bu millî ölçüyü kullanmışlardır. Türkler Anadolu’ya geçerken edebiyatlarını dolayısıyla da hece ölçüsünü de bu topraklara taşımışlardır. Özellikle halk edebiyatında ozanlar ve tasavvuf edebiyatındaki büyük sanatçılar hece vezniyle eserler vermişlerdir. Tanzimat döneminde ise hece vezni kent kültürüne de girmeye başlamıştır. Özellikle Namık Kemal, Ziya Paşa gibi sanatçılar bu ölçüye sıcak bakmışlar ancak şiirlerinin büyük çoğunluğunu divan edebiyatından alışkın oldukları aruz ölçüsüyle yazmışlardır.

      Ancak hece ölçüsü asıl taraftarlarını Miliî Edebiyat Döneminde bulmuştur. Tevfik Fikret’in çocuklar için yazdığı “Şermin” adlı eser, hece ölçüsüyle yazılan ilk eser sayılabilir. Sonra. Millî Edebiyatın öncülerinden kabul edilen Mehmet Emin Yurdakul’un sade dil ve hece vezniyle yazdığı ilk şiirleri 1897 de Servet-i Fünun dergisinde yayımlanmıştır. Servet-i Fünuncularla aynı dönemde eser vermesine rağmen heceyi en güzel şekilde kullanan bir diğer sanatçı da Rıza Tevfik Bölükbaşı olmuştur.

      1911 de Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem gibi Millî Edebiyatçılar hem dilde sadeleşmeyi hem de şiirde hece veznini savunmuşlardır. Millî Edebiyat akımının etkisiyle Beş Hececiler şiirlerini hece vezniyle yazmışlar ve bu ölçüyü geliştirmişlerdir. Cumhuriyet Döneminde artık aruz öçlüsü etkisini tamamen yitirmiş ve neredeyse bütün şairler şiirlerini hece ölçüsüyle yazmışlardır.

      Hece ölçüsünde iki temel özellik vardır.

      a. Dizelerdeki hece sayısı: Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün dizeleri eşit sayıda heceden oluşur. Dizedeki hece sayısına “kalıp” denir. Hece sayısının eşitliği o dizenin ölçüsünü, kalıbını gösterir. Bir dize kaç heceden oluşuyorsa o dizenin kalıbı odur. Örneğin bir dize yedi heceden oluşuyorsa o dize yedili hece kalıbıyla yazılmış demektir.

      Bu yol uzaktır (5 hece)
      Menzili çoktur (5 hece)
      Geçidi yoktur (5 hece)
      Derin sular var (5 hece)

      Yunus Emre’ye ait olan bu şiirin dizelerine bakıldığında her bir dizenin beş (5) heceden oluştuğu görülmektedir. Öyleyse bu şiir beşli (5’li) hece kalıbıyla yazılmıştır.

      b. Durgulanma ve durak: Hece ölçüsüyle yazılmış bir dizenin belli bölümlere ayrılmasına “durgulanma”, bu bölümlerin yerlerine de “durak” denir. Hece ölçüsündeki “durak”, aruz ölçüsündeki takti’nin karşılığı sayılabilir. Ancak “takti”de sözcükler başından, sonundan veya ortasından bölünebilirken hece ölçüsünde “durak” yapılırken sözcükler bölünmez.

      Durak, şiir okunurken kulakta uyumlu bir izlenim bırakan anlamlı söz öbekleri arasında yapılabilir. Durak yapılan yerlerde nefes alma imkânı doğar. Duraklar kalıp içinde (+) işareti ile gösterilir. Dizelerde durak yapılan yerler (/) işareti ile gösterilir. Hece sayıları ise rakamla gösterilir. Şiirdeki hece kalıbı ve duraklarında çeşitli alternatifler kullanılabilir.

    • Vurgulu hecelerden biri durağın sonuna getirilerek de durgulanma yapılabilir.
    • İkili, üçlü gibi az heceden oluşan dizeler duraksız okunur. Bu dizeler aslında tek duraklıdır. Dize başlar, biter ve ondan sonra durulur. Yani durak böyle dizelerde dizenin sonundadır.
    • Durakları her dizede değişen şiirler duraksız kabul edilir. Bununla birlikte aynı şiirde aynı hece ölçüsü içinde iki farklı duraklı kalıp kullanılabilir.
    • Hece ölçüsüyle yazılmış bir dizede 2-20 arasında hece vardır.
    • En çok 7, 8 ve 11 heceden oluşan dizeler kullanılır. Hece ölçüsünün kalıplarındaki durak sayısı en az 2, en çok 5 olabilir.
    • Bir dizede en fazla beş kez durak yapılabilir. Bir durağın kendi içindeki hece sayısı ise 1 ile 10 arasında değişir. Dizeler de duraklarına göre iki, üç, dört ve beş duraklılar olmak üzere dört grupta toplanabilir.
    • Bir şiirde ölçü aynı olabilir ama duraklar değişebilir, değişik duraklar kullanılabilir.
    • Kar yağıyor / inceden (4+3)
      Gül açılır / goncadan    (4+3)
      Ben yâri / kıskanırım    (3+4)
      Yerdeki / karıncadan    (3+4)

      Bu anonim mani 7’li hece ölçüsüyle yazılmıştır ancak değişik iki durak kullanılmıştır. Bu maninin 1. ve 2., 3. ile 4. dizelerinde aynı durak sistemi kullanılmıştır.

      Tanzimat edebiyatı döneminde Abdülhak Hamit Tarhan, duraksız şiir denemelerine girişmiştir. Cumhuriyet Döneminde ise Cahit Sıtkı Tarancı ve Ahmet Muhip Dıranas, hece ölçüsüyle serbest duraklı şiirler yazmışlardır.

      Hece Kalıpları

      Türk edebiyatında, şiirlerde, hece sayısı ve durak şekillerine göre çeşitli hece ölçüleri kullanılmıştır. 2 heceden 20 heceye kadar çeşitlilik gösteren hece ölçüsü vardır. 5 ila 15 heceden oluşan dizeler yaygındır. Hece ölçüsünün bu çeşitleri, aruz kalıplarının karşılığı sayılabilir. Hece ölçüsünde en fazla kullanılanlar ise yedili, sekizli ve on birli hece kalıplarıdır.

       

      Erzurumlu Emrah’a ait olan aşağıdaki koşma ise on birli hece kalıbıyla (6+5=11) yazılmıştır.

      Hazan ile geçti gülşen ü bostan
      Eyler dertli bülbül zar garip garip
      Haraba yüz tuttu bezm-i gül-istan
      Ağla şimden gerü var garip garip

    • Serbest tarz: 

      Dizelerinin oluşturulmasında herhangi bir ölçü birimi kullanılmayan şiirlerdir. Serbest tazrda yazılan şiirlerde aruz ölçüsü veya hece ölçüsü kullanılmaz. Dizeler serbest tarzda oluşturulur. Serbest şiirlerin bazı özellikleri vardır. Serbest şiirler,

    • Ölçüsüz ve uyaksız olabilir.
    • Ölçüsüz ancak uyaklı olabilir.
    • Nazım birimi (dörtlük, beyit, bölüm vb.) bakımından serbest olabilir.
    • Nazım Hikmet Ran’a ait olan aşağıdaki “Seviyorum Seni” şiiri hem nazım birimi hem ölçü bakımından serbest bir şiirdir. Ancak şiirin bazı dizeleri kendi aralarında kafiyelidir.

      Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
      Geceleyin ateşler içinde uyanarak
      Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
      Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz
      Telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
      Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi
      İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
      İçimde kımıldanan bir şeyler gibi
      Seviyorum seni. “Yaşıyoruz çok şükür” der gibi.

  • Kafiye (Uyak)

    En az iki dize sonunda, anlamı farklı, yazılışı aynı iki sözcük arasındaki ses benzerliğine “uyak (kafiye)” denir. Kafiye, bazen dizenin başında, bazen ortasında ama çoğunlukla dize sonlarında bulunan, ses benzerliği sağlayan sözcüklerdir.

    Halk şairlerimiz bu terimi “ayak’ sözcüğüyle karşılamaktadırlar. Halk edebiyatında uyak konusunda katı kurallar yoktur. Halk şairleri hafif bir ses benzerliğini dahi şiirlerinde kesin kurallara bağlamadan kafiye olarak kullanmışlardır. Çünkü halk şiirleri genelde saz eşliğinde söylenir. Yani halk edebiyatında şiir sözlü bir geleneğe sahip olduğundan göz kafiyesi değil de kulak kafiyesi esastır. Halk şiirinde kulakta hoş bir uyum bırakan her ses benzerliği uyak olarak kabul edilmiştir. Halk şiirinde en yaygın olarak “yarım uyak” kullanılmıştır. Halk şiirinde bir şiirin bazı bölümlerinde o şiirin bütününde kullanılan uyağın dışında kalan başka uyaklar da kullanılabilir. Bu tür şiirlerde şiirin geneline hâkim olan uyağa “ana uyak” denir. Bazı şiirlerde ise ana uyak bulunmayabilir, bu şiirlerde her dörtlük değişik şekilde uyaklı olabilir.

    Divan edebiyatında da kafiye şiirin temel unsurlarından biri olarak görülmüş, kafiyeye çok önem verilmiş, genelde zengin kafiye kullanılmıştır. Bunlar rediflerle de kuvvetlendirilmiştir. Divan edebiyatında şiirde Türkçe, Arapça ve Farsça kökenli sözcüklerden yararlanılmıştır. Divan edebiyatında göz için kafiye anlayışı hâkim olmuştur. Yani divan edebiyatındaki şiirlerde birbiriyle kafiyeli olması istenen sözlerde yazılış bakımından, şekilce benzerlik aranır. Ayrıca sözcüklerin birbirleriyle kafiyeli olabilmesi için aynı türden olmasına dikkat edilir. Örneğin isimler isimlerle, fiiller fiillerle kendi arasında kafiye oluşturur.

    Tanzimat döneminde Batı’nın etkisiyle edebiyatın temelden sarsılması, pek çok kuralın değişmesine yol açmış, bundan kafiye anlayışı da nasibini almıştır. Özellikle Tanzimat Döneminin ikinci kuşak sanatçılarından biri olan Recaîzâde Mahmut Ekrem, göz için kafiye anlayışını terk ederek, “kulak için kafiye” düşüncesini ortaya atmış ve bunu kendisi uygulamıştır. Ona göre, harflerin yazılışı değil, ses değerleri benzer olmalıdır ve kafiye kulakta hoş bir etki bırakabilmelidir. Kafiyenin göz için mi. yoksa kulak için mi yapılacağı tartışması Hasan Âsaf adlı bir şairin aşağıdaki beytinden çıkmıştır.

    Zerre-i nurundan iken muktebes
    Mihr ü mehe etmek işâret abes

    Birinci dizenin sonundaki “muktebes” sözcüğü Arapça kökenlidir ve bu sözcüğün sonundaki ses, eski dilde “sin” harfi ile karşılanır. İkinci dizenin sonundaki “abes” sözcüğü de Arapça kökenlidir ve bu sözcüğün sonundaki ses ise, eski dilde -peltek se” ile gösterilir. Dolayısıyla, yazımda bu iki ses farklıdır ancak Türkçede aynı sesle karşılanır. Bu olaydan sonra o dönemin şairleri zamanla “kulak için kafiye”yi benimsemişlerdir. Böylece, divan edebiyatına ait kafiye anlayışının temel kuralları Tanzimat Döneminde değişmeye başlamıştır. Kafiye giderek şiir içinde bir ses olma durumuna gelmiştir. Buna da “yeni uyak” ya da “sanatlı uyak’ denmiştir.

    Cumhuriyet Döneminde de kafiye kullanılmıştır. Ancak 1940’tan itibaren özellikle Orhan Veli Kanık’ın başını çektiği Garip akımıyla birlikte şiirde bütün kalıplar ve kurallar terk edilmiş, bu bağlamda kafiyesiz şiirler yazılmaya başlanmıştır. Ancak bu reddediş, etkisini fazla sürdürememiştir. Günümüzde ise şairler, genelde kendilerini belli düşünce kalıplarının içine sıkıştırmamakta, kafiyeli, kafiyesiz her türlü şiiri denemekten çekinmemektedirler.

    Kafiye farklı sözcüklerdeki ses (harf) benzerliği ile ilgilidir. Kafiyenin oluşabilmesi için dize sonundaki sözcüklerde şu özellikleri aramak gerekir:

  • Ses benzerliği olan sözcüklerin anlamca farklı sözcükler olması gerekir.
  • Ses benzerliği olan sözcüklerin yazımının aynı olması gerekir.
  • Dize sonundaki sözlerin ses bakımından benzemesi, anlamın ayrı olması gerekir.
  • Kafiyeler asla rediften sonra gelmez.
  • Kafiye şemasında aynı harf ile gösterilen sözcükler arasındaki ortak ses kafiye kabul edilir.
  • Sözcüğün kökünden sonra gelen ekler farklı görev ve anlamdaysa onlar da kafiye oluşturur.
  •  

    • Yarım Kafiye

      Dize sonlarındaki bir ses (harf) benzerliği ile oluşturulan uyaklara “yarım uyak” denir. Ses ilgisi en zayıf olan uyaktır. Yarım kafiyede, dize sonlarındaki sözcüklerde bulunan “b, c, ç, d, g” gibi sessiz harflerin benzeşmesi esastır. Ancak dize sonlarındaki sözcüklerde, üzerinde uzatma işareti bulunmayan “a, e, ı, i, u, ü” ünlü harfleriyle de yarım kafiye oluşturulabilir.

      Evlerinin önü çardak
      Elifin elinde bardak
      Sanki yeşil başlı ördek
      Yüzer Elif Elif diye

      Karacaoğlan’a ait olan yukarıdaki dörtlükte, dize sonlarında “çardak, bardak, ördek” sözcükleri bulunmaktadır. Bu sözcüklerdeki “k” sesleri benzer olup yarım kafiye oluşturmaktadır.

      Erkenden çağırır, ya deniz ya bahçe
      Her yerde tükenmez kahkaha, eğlence
      Daha uzak, uzak sanırsınız gece
      Bir de bakarsınız gün batmış, ay bedir

      Ahmet Kutsi Tecer’e ait olan yukarıdaki dörtlükte, dize sonlarında “bahçe, eğlence, gece” sözcükleri bulunmaktadır. Bu sözcüklerdeki benzer olan “e” sesleri ile yarım kafiye yapılmıştır.

    • Tam Kafiye

      Dize sonlarındaki iki ses (harf) benzerliğine “tam uyak” denir. Tam uyak, tam ses değerindedir. Tam uyağı oluşturan seslerin biri ünlü biri ünsüzdür. Ancak üzerinde uzatma işareti bulunan “â, û, î” sesleri ile yapılan uyaklar da tam uyak kabul edilmektedir. Çünkü uzatma işareti bulunan sesler tam ses sayılmaktadır.

      Bütün sevgileri atıp içimden
      Varlığımı yalnız ona verdim ben
      Elverir ki bir gün bana derinden
      Ta derinden bir gün bana “gel” desin

      Ahmet Kutsi Tecer’e ait olan yukarıdaki dörtlükte, dize sonlarında bulunan “içimden, ben, derinden” sözcüklerindeki benzer olan “en” sesleri tam kafiye yapılmıştır.

      Çiçek ülkesinden girerken yaza
      Örer her doğan gün bir altun koza

      Yukarıdaki dizelerin sonlarında yer alan “yaza, koza” sözcüklerindeki benzer olan “za” sesleri tam kafiye oluşturmuştur.

      Eski dilde okunuşu aynı olan sözcüklerin dize sonlarında bulunması kafiye oluşturur.

      Adalardan yaza ettik de vedâ
      Sızlıyor b




Kaynak: http://www.edebiyatogretmeni.org/dramatik-siir/

Yazıyı Paylaş